Her geçen gün, ne kadar akıllı olduğumu -kendi kendime- bir kez daha gösteriyorum. Çok akıllıyım ben, hem de kurnazım, misal; fetih fütühat (fetihler) yapıp Fatih’e, Yavuz’a, Kanuni’ye benzeyemeyeceğime göre, ağır abiler bu yolu kapadı, ecdadımızdan kime benzeyeyim, tabii ki Vahdettin’e! Vahdettin’e uzanan dilleri ben kesmeyip de başımın üstüne mi koyayım? Adam, kendisi, şahıs olarak, ülkesini işgal eden İngilizlerin savaş gemisine atlayıp kaçmış, koca mülkü sultansız bırakmış deyip de onu unutayım mı? Asla! Tam da böyle yaparak, İngilizlere göz süzmeyeyim mi? Anlamazlar mı Vahdettin’i tutarak aslında İngilizleri desteklediğimi dünya aleme gösterdiğimi? Gençler barınamıyorlar mı? At önlerine bir şeker, bak nasıl yerler! Salla gitsin, efendim, şu anki en düşük kiranın üçte biri hatta dörtte biri kadar bir tutarı her ay ödeyerek ev sahibi olacaksınız dediğimde sevinçten havalara uçmayacaklar mı? Z kuşağıymış falan filan, zekilermiş şu bu, bak nasıl sazan gibi atladılar müjdeme? Çalıntı dövizleri çaktırmamaya çalışarak içeri sokup, ekonomi şahlanıyor diyeceksin mesela, yalan malan, müjdeyi dayayacaksın! İşte böyle olacaksın, yalan söylemen mi gerekiyor, en büyüğünü söyleyeceksin ki, değsin! Aynı yalanı yüzlerce binlerce kere söyleyeceksin, bak, inanmayan kalıyor mu? Belki… Bizim bu masa!.. Şahsımın yeminli muhalifleri… Hepsi gelmiş yine, o bir eksiğiyle, o da katılmadan durmaz ama…
“Ucuz konut efsanesi; her türlü birikiminiz itinayla alınır!”
Her türlü birikim derken, umut birikimini de kesinlikle düşünmüştür, bence asıl felaket de orada, açıklanan koşullarla, hele de faiz etkisi olmadan ev sahibi olamayacaklarını bu insanlar çok kısa bir sürede öğrenecekler, seçimlere kalmadan yani, o zaman, kandırıldıklarını anladıklarında, kendilerine yalan söylendiğini gördüklerinde ne olacak?
“Yalan artık olağan konuşma haline sokuldu,” “Her konuda yalan söyleniyor, rakamlarla oynayarak enflasyon işsizlik düşük gösterilmeye, erkek çocuklarının Kuran kurslarında dinci yurtlarda tecavüze uğramaları, kız çocuklarının aile çevresindeki herifler tarafından hamile bırakılmaları, kadınların öldürülmeleri yalanlarla geçiştirilmeye, yüzde ikilik üçlük hata paylarıyla çalıştıklarını açıklayan kamuoyu araştırma şirketleri yalancılıkla suçlanmaya, açıkladıkları sonuçlar ‘beğenilmeyen’ anketçiler beşer yıl hapis cezalarıyla korkutulmaya aynı yalancılık alışkanlığıyla çalışılmıyor mu? Sen de bizim gibi yalan söyle, diyorlar anketçilere, kelleyi koru! Yoksa beş yıl yatarsın!”
“Ecdat diyerek konuşmaya başlayanların,” dedi Bugay, “Kendilerine ecdat olarak sözüm ona Osmanlı Hanedanı’nı almaları, yalandan öte, çok önemli psikolojik hastalıkları da akla getiriyor. Osmanlı, nereden senin ecdadın oluyor? Bir hanedan işte, kimin o hanedandan olduğu, kimlerin olmadığı çok açık! Sen, İslamcı faşist olarak, en fazla, Osmanlı’yı batıranların başında gelen ulema sınıfını kendine örnek ya da başlangıç olarak alabilirsin! O ulema sınıfı ki, savaşmadan bile savaş ganimetinden en büyük payı alıyordu, savaşla zenginleşme yolu kapandıktan -yani sanayi devrimi bunların sayesinde de Batı’da başladıktan- sonra da Batı’dan alınan borçların büyük bir bölümünü yutuyor, geri ödemeyle de hiç mi hiç ilgilenmiyordu! Sultanların sadrazamların kendilerine yeterince haraç vermeyenlerini de yeniçerileri ya da başıbozukları ayaklandırarak boğduruyordu büyük bir hınçla! Bunlar mı Osmanlı’ymış! Matbaanın -Arapça harflerle-Osmanlı’ya gelmesini üç yüz yıl geciktiren, çağdaş bilimin ve felsefenin getirilmesinin Osmanlı’yı yönetilemez hale getireceğini utanmazca fetvalayanlar.
Bu güzel ülkenin güzel insanları, aydınlığın en parlağını, en neşelisini hak ediyorlar, her anımızı, bu amaca yönelik olarak değerlendirmekle görevliyiz!..”
Ahmet Hasan Değer
